Kentlileşmek farklı kent yaşamına göç
edip, göç edilen kentin geleneklerine, göreneklerine veya alışkanlıklarına uyum
sağlamayı, yani alışkanlıklarda ve maddi yaşam biçimlerinde olan değişmeyi ifade eder. Bu bakımdan kentlileşmek kavramı bir nevi asimile olma anlamı da taşımaktadır. Kent yaşamı belirli
bir zekâ ve bilinç gerektirir. Bu bilinç yurttaşlık bilinciyle alakalı bir
durumdur ve nasıl ki eski yunan toplumlarında her kişi yurttaş olamıyorsa, bu
durumda da herkes kentlileşme bilincine nasır olamaz.
Kentleşmeyle meydana gelen toplum kargaşası
bazı sorunları da beraberinde getirir. Bu sorunlardan bir tanesi de
kentlileşemeden kentleşmedir. Her sorunun bir çözümü olduğu gibi bu sorununda
çözümü mevcuttur ve bu çözüm hiç şüphesiz eğitimdir. İnsana yurttaşlık bilinci
aşılandığı takdirde kentlileşmenin mümkün olacağı savunulur. Başka bir düşünce
ise bu eğitimin ilk önce yöneticilere ve eğiticilere verilmesi gerektiğidir.
Kent sadece insanların bir araya gelmesiyle
oluşan insan toplulukları değildir. Asıl kent yurttaşlık bilincine sahip
kişilerden meydana gelir. Bu bilinçle hareket eden insan bulunduğu yörenin tüm
göreneğine vakıf olur. Bu özelliğiyle nereye göç ederse etsin, sahip olduğu
bilinç onu yabancılaşmak ve elginleşmekten korur.
Eğitimsiz, bilinçsiz insanların diğer
bilinçli, kentlileşmiş insanlardan ayıran gerçekleştirdiği hareketleri görememek
çok zordur. Toplumda kabullenilemeyen sıra dışı hal ve hareketleri
gerçekleştiren bu insanlar genellikle eğitim düzeyi düşük olan, kentlileşememiş
kırsal kesim insanıdır. Bu insanların göç ettiği kentlerde eğitim seviyesinden
dolayı kavrayamadığı yurttaşlık bilinci eksikliği hiç şüphesiz alınlarından
okunabilecek kadar açıktır. Köyde yaşanılan köylülüğün etkisi kent insanlarına
ulaşmaz. Fakat kentteki köylülük apaçık kentlileşmeden kentleşme uygar kent
yaşamına ve yurt bilincine karşı duran ciddi ve tehlikeli birçok sorunu
beraberinde getirecektir.
Gelenek, görenek ve alışkanlık kavramlarına bir başka yakın kavram
olarak da kültür olgusunu ekleyebiliriz. Şayet ki kent ve kültür birbirinden
ayrılamayacak iki kavramdır. Her ne kadar uygarlık ile ortak yönlerinden biri
olan kelime yönü ile benzeşmeseler de kent ve kültürde iç içe bağlaşmış
olgulardır.
Kültür kelime anlamıyla kısaca tarihi süreçteki insanların geçmiş ve
gelecekle olan maddi ve manevi bağlantılarıdır. Kültür üzerine yazılan birçok
edebi yapıt bulunur. Yazılan eserler yazarlarının açıklayıcısıdır. Her ne kadar
yazarların kimliklerini belli eden eserleri varsa, kentlerin de özünü açıklayan
ve değerlerini tanımlayan kültürleri vardır. İstanbul’daki galata kulesi,
Fransa’daki eyfel kulesi, İtalya’daki pisa kulesi hepside bulundukları şehrin
kültürünün ansiklopedisi, açıklayıcısıdır. Bu tanımlama işlemi hiç şüphesiz tüm
milletler için aynıdır. Bulunduğu yerin kültürünü yansıtmayan bir eserin
varlığını düşünelim. Haklı veya haksız durumunu tartışmamakla birlikte İslam
ülkelerinden herhangi birinde heykel yapıp satarak geçiminizi sağladığınızı
düşünün, bir turiste denk gelmediğiniz takdirde akşam yatağınıza karnınız aç
girersiniz. Yani anlayacağımız kültür, kentlerin mimari yapılarının aynası olmaktan
mütevellit, içerisinde yaşayan insanlarında geçim kaynaklarını etkileyebilen
etki sahibi durumdur.
Kültürün bu denli önemli bir yapı olduğu pek
çok yerde kabullenilmiştir. Bu sebepten dolayı korunmak ve güvence altına
alınmak istenmiş, hatta koruyucu birtakım politika uygulanmıştır
Kent kültüründe belli başlı bazı aktörler rol oynar. Bunların
içerisinden en başta saymamız gereken uluslar arası topluluklardır. Çünkü artık
kültür küreselleşmesinin getirdiği bazı ortak değerler oluşmuştur. Artık dünyada
kültüre saygı düşüncesi uygulandığı için tarihi kültürler toz olup uçmak yerine
korunup yaşatılmaktadır. Uluslar arası topluluklar bu duruma ortam hazırlayan
en büyük etmendir.
Kültürlerin oluşturduğu bazı eserlerin doğal koşullardan korunmasının yanı
sıra silahla yani beşeri yolla tahrip edilmesinin önüne geçilmek için dünya
üzerinde birçok ülkenin imzasını taşıyan uluslar arası antlaşmalar ve projeler
gerçekleştirilmiştir. Fakat ne var ki karnı doymayan bazı süper güçler gücünden
noksan vermemek için, hakkı olmayan topraklara göz dikmiş ve antlaşmalarla
güvence altına alınan kültür yuvalarına çomak sokmuş, yapılan antlaşmaları hiçe
saymıştır. Orta doğu bunun en iyi örneğidir.
Bazı devletler Yıkıcı politikalar uygulasa da istisnailerdir. Çünkü aslında
devlet kültürün korunması için uluslar arası kuruluşlardan daha fazla yük
omuzlar. Devletler kültürü korumak için illa bir uluslar arası topluluğa mensup
olması gerekmez. Devletlerin kültürlerine karşı etik sorumlulukları vardır.
Kültürlerin muhafaza edilmesi konusunda bir
başka görev üstlenen yapı yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimlerin kültürleri
koruma düzeyi her zaman devletin gösterdiği çabayla kıyaslanır. Vatandaşa daha
yakın olmasından dolayı bu görevlerin asıl sahibi olarak görünen yerel yönetimler
bu konuda her ne kadar başarılı olsalar da, yalnız başlarına bırakılmamalı,
devlet ile işbirliği içerisinde olmalıdır. Yerel yönetimlerin göreve sadakati
birçok uluslar arası antlaşmayla belirlenmiştir.
Son olarak en az diğerleri kadar önemli olmakla birlikte asıl konumuza
daha yakın olan değer yurttaşların ve kenttaşların varlığıdır. Çoğunluğun
görüşüne göre kültüre sahip çıkma işi kenttaşlara düşer fakat ünlü düşünürlere
göre bütün olmak ve bütünü düşünmek gerekir. Yani bu göreve yurttaşlarında
sahip çıkması gerekir. Fakat yerel yönetimlerde bulunduğu yerin kararları
kenttaşlara ait olduğu için kültür bilinçli kenttaşlara emanet edilmelidir.
Anlayacağımız üzere kent kültürü kentlinin kültürüdür.
Kenttaş kentinin yönetiminde söz sahibi olduğu için kentine karşı bazı
sorumlulukları vardır. Bu sebeple bencil olması düşünülemez. İhtiyatlı bir
yapıda ve bencillikten uzak olmalıdır.
Küreselleşme daha önceden belirttiğimiz üzere birtakım yeniliği
beraberinde getirmiştir. Bu yeniliklerden biri teknolojidir. Kır kesiminde
insana olan ihtiyacın yerini makineler almaya başladıkça insanlar kentlere
göçmekte, yapılan bu akınlar sonucu farklı insanların bir araya gelmesiyle
çatlamalar meydana gelmekte, çarpık kentleşme ortaya çıkmaktadır.
Neredeyse her insanın sahip olduğu internet sosyal yaşantıyı bitirmekte,
toplum arasındaki bağlar zayıflamakta ve yozlaşan bir toplum modeli
belirmektedir. Beraberinde getirdiği birçok sorunla birlikte plansız
kentleşmeyi hızlandıran küreselleşme, yurttaşlık bilincine sahip olmayan
insanları göçe zorlamış ve asıl olması gereken kent ortamını ortadan kaldırmaya
devam etmektedir. Bu konuda her yurttaşın üzerine bir görev düşmektedir.
Gereken bilince vakıf olmaya çalışarak, gerçek bir kentli olabilmek her
vatandaşın, her yurttaşın hiç şüphesiz sorumluluklarının ve vazifelerinin en
önemlilerindendir.
Yorumlar
Yorum Gönder