Ülke yönetiminde hızla artan
bencil yönetici kişi ve grupları, üzerinde durulması gereken önemli bir sorunu
ortaya çıkarmaktadır. Gün geçtikçe daha fazla tercih edilen bir hükümet sistemi
olarak diktatörlüğün tehlike arz edecek derecede hızla artması, küresel
nitelikte bir soruna dönüşmüştür. Bu sebeple itinayla incelenmesi gereken
başlıca konular arasındadır.
Bir sorundan kurtulabilmek
için onun alternatiflerini kısmen denemek veya bunları bilinçli bir şekilde
uygulamaya geçirmek gerekir. Diktatörlük, hükümet şeklini cumhuriyet kabul
edip, güçlerin yürütmede birleştiği sisteme denir. Oysa cumhuriyet güçleri
yürütmede birleştiğini ifade etmez. Yani teoride yalancı bir sistemdir. Bu
sebeple diktatörlük, içerisinde küçük veya büyük bir menfaatler bütününü taşır
ve önüne geçilmesi toplumun menfaatine olacaktır.
Dört çeşit diktatörlük
vardır; Totaliterlik, otoriterlik, post totaliterlik, sultancılık (L ve S). Bu
diktatörlük türlerinin ortak noktası, farklı fikir türlerinin ortaya atılma
olanağının bulunmamasıdır. Tarih gösterir ki Stalin örneğinde olduğu gibi
diktatörlüğün herhangi bir şeklinin kabul edildiği ülkelerde ortaya atılan
farklı görüşlerin sahipleri muhakkak bir şekilde susturulmuşlardır. Bu 4
sınıflandırmayı yaparken ideoloji, mobilizasyon, liderlik ölçütleri dikkate
alınmıştır. Şu ana kadarki diktatörlük tanımı Linz ve Stephan’a aittir.
Diktatörlük farklı kişiler
tarafından farklı ayrımlara tabi tutulmuştur. Bu konuda Geddes’te kendi
yorumunu yapmıştır. Geddes’e baktığımızda 3 grupla karşılaşırız; Kişisel
diktatörlükler, tek partili rejimler, askeri rejimler. Geddes’in asıl dikkatini
çektiği konu askeri rejimler ve diktatörlükler arasındaki farktır. Bu 3’üne
bakıldığında bireysellik, askeri rejimlerde daha az olduğu için baştaki kişiler
bir fikir ayrılığı olduğu takdirde görevlerinden el çekmekten geri durmazlar.
Diğerlerinde ise bu durum tam aksinedir. Bu sebeple askeri rejimler diğerlerine
göre daha kısa sürelidirler. Aynı zamanda ekonomik anlamda yaşanacak bir krize
karşı daha dayanıksızdırlar. Bu konuda en dayanıklısı ve en uzun süreli olan
sistem tek partili sistemlerdir diyebiliriz.
Diktatörlükten sonra
bahsetmemiz gereken olgu demokrasidir. Kısaca halkın, halk için, halk
tarafından yönetimi tanımını kullanabiliriz. Fakat bu tanım karşılaştırmalı
siyaset için yetersiz kalmaktadır.
Demokrasi kendi içerisinde
2’ye ayrılır; “Doğrudan demokrasi” ve “Temsili demokrasi.” Doğrudan demokrasi
örneklerini eski Atina demokrasisinde görüyoruz. Temsili demokrasi ise günümüz
demokrasisini oluşturmaktadır.
Biz eğer devlet yönetimine,
yasa yapımına fikir ve düşüncelerimizle doğrudan katılıyor ve bunlarla doğrudan
muhatap oluyorsak buna doğrudan demokrasi denir. Dorudan demokrasi deyice
aklımıza J.J. Rousso gelmeli. Eğer biz fikirlerimizin temsil edilmesi için 1
veya 1’den fazla kişiyi ilgili kurumlarda yetkilendiriyorsak veya
görevlendiriyorsak buna da temsili demokrasi denir. Bu ayrım günümüz
demokrasisi ile Atina demokrasisinin ayrıldığı noktayı ifade eder. Asıl ayrım
sistemi yönetenlerin seçilme yöntemleridir. Atina demokrasisinde yöneticiler
kurayla seçilirdi ve değişimli olarak herkes yönetici olurdu. Günümüz
demokrasisinde ise temsilciler ve üst akıllar yönetici konumundadır. Demokratik
sistemlerin tüm sistemlere göre tercih edilme oranı tarih boyunca dalgalanmalar
halinde devam etmiştir.
Demokrasi ile diktatörlük
arasında birde karma rejimler bulunur. Bu 3 gruba ayrılır; Seçimli otoriterlik,
hibrit rejimler, sorunlu demokrasi. Seçimli otoriterlik diktatörlüğe en yakın
olanıdır. Bu rejimde seçimler önceden bilinebilecek derecede müdahaleye
uğramıştır. Buna Putin Rusya’sını örnek verebiliriz.
Hibrit rejimler, seçimli
otoriterlik ve sorunlu demokrasi arasında yer alır. Bu sitemlerde çok partili
seçim vardır. Bu seçimlerin sonucu seçimli otoriterlikteki gibi önceden
bilinebilir değildir. Fakat özgürlükler konusunda bazen haksız kısıtlamalarda
bulunulabilir. Buna 1990 Türkiye’sini örnek verebiliriz. Sorunlu demokrasilerde
ise gayet demokratik seçimler vardır. Fakat demokrasinin bazı öğeleri ihlal
edilir. Hibrit rejimlerdeki gibi bazı kesimlerin siyaset katılması
engellenemez. En azından bunun önüne ordu geçemez.
Darbe tarihimizdeki 1960 ve
1980 darbelerine Geddes'in gözüyle bakacak olursak eğer, Geddes'in bunları bir
ayrıma tabi tuttuğunu görürüz. 1960 darbe süreci yalnız 1 yıl sürmüş ve
sonrasında kurulan bir düzen devam ettirilmiştir. Bu sebeple Geddes bunu 3
yıldan az sürdüğü için ara yönetim olarak tanımlamıştır. 1980 darbesini
yapanlar işini bir an önce halledemediğinden dolayı 1983’e kadar düzeni
oturtamamış ve bu döneme de bu sebeple askeri rejim demiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder